Dinin Ötesinde Seresi 1
Değerli Arkadaş, İsa Mesih hakkında bilgi edinmek için gösterdiğiniz ilgiye çok seviniyoruz.
Bu temel dersler ile, Tanrı’nın, İsa Mesih’in aracılığıyla açıklamak istediği öz mesajı aydınlatmaya çalışacağız. Bu da beraber yapmamız gereken bir çalışmadır. Yani, gerçek bir bilgiye ulaşmak için karşılıklı yazışmamız son derece önemlidir. Değineceğimiz konularla ilgili, ya da başka her hangi bir sorunuzla ilgili bilmek istediğiniz her şeye, Rab’bin yardımıyla elimizden geldiğince cevap vereceğiz. Kursun sonunda cevap kağıdını doldurup bize gönderirseniz yeni bir Kurs size göndereceğiz.
Tanrı’nın açıkladığı gerçekleri kavrayıp onlara göre yaşamanın, insanın yapabileceği en önemli şey olduğunu bilerek başarılar dileriz.
Dinin Ötesinde Kurs 1
Kursumuzun başlangıcını oluşturan bu ilk kitapçık aracılığı ile sizleri birisiyle tanıştırmak istiyoruz. Göreceksiniz, bir süre sonra bu kişiyle aranızda, kendiliğinden içtenlik dolu bir ilişki başlayacak. Bu ilişkinin bugüne dek cevaplayamadığınız sorulara da cevaplar getirerek, yaşantınıza anlam da kazandıracağını sanıyoruz.
Cevaplanacak soruların yaşantımıza anlam kazandıracağından söz ediyoruz. Çünkü buna gerçekten ihtiyacımız var. Çağımızda baş döndürücü değişiklikler her gün biraz daha geleneklerimizi, göreneklerimizi ve inançlarımızı çökertiyor. Bilimdeki gelişmeler ise, var olan bilgilerimizi her an değiştiriyor. Bütün bunlara karşın, değil sorularımıza cevap almak, daha bulunduğumuz yeri saptayacak sağlam bir nokta bulamadan her şey anlamsızlığın derin boşluğunda kayboluveriyor. Bu durum yaşantımızı anlamsız olayların ard arda sıralandığı bir rastlantılar zincirine çevirmiyor mu? Üstelik yaşantımızı iş-aile-eğlence üçgeni arasına hapseden günlük yaşam savaşımızın yoğunluğu, ya da bizim için yapabileceğimiz en ufak araştırmaya bile engel oluyor. Gerçi günümüzde çağdaş yaşam diye adlandırılan böylesine yoğun yaşamın iyi bir tarafı da var: çoğu zaman kapalı bir üçgene karşılık pratikte yukarıda söz ettiğimiz üçgenden öte genişlik sağlamayan bu yaşantımızdan memnun, yaşayıp gidiyoruz. Ta ki, o derin boşluk duygusu, o başkalarının önünde rol yaptığımız hissi, amaçsızlık ve kocaman bir anlamsızlık yeni bir soruyla tekrar içimiz kaplayıncaya dek. Evet, bu duygulara neden kapılıyoruz? Yoksa yaşam gerçekten mi anlamsız?
İnsanın içinde korku oluşturan bu soruya, bazıları hiç aldırmaz ama herkesin bir gün mutlaka kendi kendine sorduğu başka sorular da vardır:
- 1. Neden her yeni nesil, büyüklerinin onlara aktardıklarını eksik buluyor ve her şeyi yeni baştan kendisi araştırmaya başlıyor? Bu arayışların sonu hiç gelmeyecek mi?
- 2. İnsanı hayvandan ayıran bir özellik var mı? Yoksa yeryüzündeki diğer canlılar gibi, geçici arzularımızı tatmin edip, sürünüp gidiyor muyuz?
- 3. Acaba gerçekten yüce ve sonsuz bir varlık tarafından mı yaratıldık? Bizim varlığımız da sonsuz mu?
- 4. Eğer Tanrı varsa, eğer Tanrı’da mükemmel sevgi ve kusursuz adalet varsa, neden yeryüzünde bu kadar kötülük ve adaletsizlik var?
- 5. Örnek alınabilecek, dört dörtlük bir insan ve yaşam tarzı var mı?
Yaşamın anlamsızlığı ve yukarıdaki gibi sorular aklımıza takıldığında, ister istemez din kavramıyla karşı karşıya kalıveririz. Çünkü din, kültürümüzün bir parçası olarak, çocukluğumuzdan beri yaşantımızın her anını işgal eder. Dinin ne olduğunu anlamadan ona inanmaya, kurallarını uygulamaya başlarız. Aklımıza takılan sorular da, gerçek cevaplarını asla bulamadan, dini öğreti ve yaptırımlarla örtbas edilip, kaybolup gider. Bu göksel saydığımız Musevilik, Hıristiyanlık, İslam için de diğer dinler için de böyledir.
Bu nedenle ana konumuza geçmeden önce, İncil inancının “din” kavramıyla ifade edilmediğini ve kesinlikle de ifade edilemeyeceğini vurgulamak istiyoruz
Bizce bütün dinlerden ve felsefelerden, son derece farklı, sorularımızın gerçek cevaplarını bulabileceğimiz bir alternatif var: İnsanı gerçek ve sonsuz yaşama kavuşturabilecek bir Kurtarıcı, onunla aramızda bir ilişki. Kalıplaşmış, yüzeysel kurallarla dıştan değişme uğratılmak yerine, içimizde oluşan ve sonra dışa vurulan bir değişim.
Kitapçığımızın ilerdeki bölümlerinde açıklayacağımız gibi bu Kurtarıcı şimdiye kadar kültürlerin ve dinlerin kendine mal ettiği ve kendi çıkarlarına göre biçimlendirdiği din kavramları ve kurumlarıyla hiç ilgisi yok. Ruhu ve bedeni sonsuz olan, bize de kendisine benzer bir şekil vermek isteyen bu Varlık ile, yani yüce Tanrı’mızla ilişki kurabilmek için insan bilincinden ve elinden çıkan bütün milli kültürlerin geleneklerini, kurumlarını bir yana bırakıp, O’nun evrensel gerçeğine yönetelim.
Belki de burada bizim Tanrı kavramıyla birlikte “ilişki” sözcüğünü kullanmamızı garipsemişsinizdir. Ama bir noktayı işaret etmek için bu değişikliğe başvuruyoruz. İncil’e göre Tanrı hakkında bilgiye sahip olmak başka, Tanrı’yı daha özel bir anlamda “tanımak” başkadır. Üstelik Tanrı’nın bize İsa Mesih aracılığıyla sağladığı en büyük ayrıcalık da O’nu ruhumuzla tanıyabilmemizdir. Bu yüzden İncil’in öğretişindeki bu başkalığı bozmamak için “ilişki” ve “tanımak” sözcüklerini kullanmaya karar verdik.
Gerçekte özgür iradeye sahip insanın önüne serilmiş yalnızca iki yol var: “Tanrısal” ve “İnsanı” yol. Dinlerin, Tanrı’nın öğretilerinin kurumsallaştırılmasıyla oluştuğunu, bu nedenle İnsanı yol’un ürünü olduklarını anlamak hiç de güç değil. O halde Tanrısal olmayan bir yolun, insanı Tanrı’ya yakınlaştırması var oluş sorununa cevap bulması nasıl düşünülebilir?. İşte bizim bu kurstaki tek amacımız da bu kavram karmaşasına bir açıklık getirerek Tanrısal yol ile İnsani yol arasındaki ayrımı görebilmenizi, tüm ruhunuzla Tanrı’ya yaklaşarak, O’nun sevecenliğinden kaynaklanan anlamı bir ilişkiye girebilmenizi sağlamak.
Böylesine yalın bir gerçeğin söze dökülüp anlatılmasına olanak yok ama gerçeğe götüren yolu parmakla göstermek için de, yine söze gerek var. Biz size yardımcı olmaya, “Bak, iste orada!” demeye çalışacağız ama bu yolda ilerleme isteği yine de sizden gelmelidir. Atalarımızın dediği gibi, zorla güzellik olmaz.
Madem ki insan özgür iradeye sahip, ister kendini kurtarır, ister o derin boşluğa bırakır. Bunu somut bir örnekle açıklarsak, sigara içip içmemeye karar vermeye benzetebiliriz. Verilecek karar, seçilecek yolu da o anda bilirler. Ya sağlıklı bir yaşam, ya da hastalığa davetiye ….
Bu düşüncelerin ışığında, 2000 yılı öncesine dönüp, kitapçığımızın içeriğini oluşturan konuyu, tüm insanlığa verilen “Müjde”yi incelemeye başlayabiliriz. Tanrımız, yerleri gökleri yaratan, önce bir yanan çalıdan Musa’ya, onun aracılığı ile de biz insanlara seslenen Ulu Yaratıcımız, yine yüz yıllar boyunca söz ettiğini gerçekleştirerek, son bir kez daha kendini açıklamıştır. “Sözünü” bir insan bedenine yerleştirerek, bizimle bizim anlayacağımız dilde, bizim dikkate alacağımız şekilde, yüz yüze gelerek, direkt olarak konuşmuştur.
Peki bu insan kimdir? Kimimizin yalnızca peygamberlerden biri, kimimizin iyi bir ahlakçı ve öğretmen, kimimizin ise Meryem Oğlu İsa olarak değerlendirdiği İsa Mesih’tir. Bundan 2000 yıl önce, yeryüzünde bizim gibi yaşam süren, acılarımıza ortak olan, bizi bizim duygularımızla hisseden ve sonsuza dek sürecek öğretilerini bize armağan olarak sunduğu gibi, affedilmemiz için kendi bedenini de armağan eden Kurtarıcı, Mesih ve ruhsal anlamda, Tanrı’nın kendi Sözü olması nedeniyle ve insanlık tarafından daha iyi anlaşılabilen ifadesiyle, Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’tir.
Bu kitapçıkta, onun doğuşunu, ölümünü, ölümden dirilişini, göğe yükselişini ve ikinci gelişini özet olarak sunacağız. İlerdeki kitaplarda ise bu konuları tek tek ve daha ayrıntılı olarak açıklamaya çalışacağız.
İncil = Müjde = İyi Haber
Bu oldukça dikkatli bir inceleme ve açıklama gerektiren bir konudur. Çünkü bu konuda son derece yanlış ve konunun özünden uzak, öyle garip önyargılar vardır ki, bunları ortadan kaldırmak bazen deveye hendek atlatmaktan zordur. Bu kadar yanlış önyargılar nasıl oluşmuş, diye soracaksınız. Eğer Şeytan’ın Adem Babamızla Havva Anamızın elindeki gerçeği almak için nasıl elinden geleni ardına koymadığını, nasıl göz boyayıcı, süslü sözler sarf ettiğini düşünürseniz, sorunun cevabını da kendiliğinden bulabilirsiniz. Gerçek yalnızca gerçektir ve tektir. Ama ne yazık ki, gerçeğe benzeyen ve kimi zaman da tıpatıp uyan taklitler de çoktur.
Koskoca Lacoste firması bile taklitleriyle başa çıkamadığı için sayfa sayfa kınama ilanları veriyor. Evet, her ne kadar taklitleri çoksa da, hiç bir şey firmanın büyüklüğünü, ürünlerinin kalitesini, her şeyden önemlisi gerçekliğini engelleyemez. Çünkü gerçek bir tanedir.
Öyleyse biz de önce, yanlış yargıları, İsa Mesih’e ilişkin yanlış söylentileri düzeltmeye çalışalım.
Öncelikle, İncil, gökten ayet ayet inmiş bir kitap değil, “Müjde” denilen Kutsal Ruh’un denetiminde yazılmış bir bildiridir. İsa Mesih, bizim anladığımız anlamda bir peygamber değil, peygamberliği de olan, Tanrı’dan gelen ve yüzyıllarca beklenilen Kurtarıcı Mesih’tir. Çünkü peygamberler, insan olarak Tanrı’nın Sözünü kısmen aktarabilirler. İsa Mesih ise, Tanrı Sözü’nün insan bedenine bürünmüş şeklidir.
Onun amacı Hıristiyanlık adında bir din veya Hıristiyan Dünyası adında dünyasal bir egemenlik kurmak değil, aksine insanı gittiği yoldan, dinsel tutuculuklardan, egemenlik hırsından, bencillikten kurtararak, sonsuz ve huzur dolu bir yaşama getirmektir.
Sözcük anlamı “Müjde” olan İncil’in gökten inmiş bir kitap olmadığını belirtmiştik. Bir anlamda, Tanrı’nın sözünü bedeninde taşıyan İsa Mesih, indirilmiş bir kitaptır. Yaşayan, canlı, dipdiri bir kitap. Etrafındakiler onun sözlerini ve yaşamını, bir gazete muhabirinin bir olayı okurlarına aktarması gibi, kağıda dökmüşler ve yüzyıllarca açıklanacak bir bildiri haline getirerek İncil’i oluşturmuşlardır. İncil 27 bölümden meydana gelir. İsa Mesih’in yaşamını, yani asıl “müjde”yi oluşturan kısımda, dört ana bölüm ve dört yazar vardır. Bunlar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’dır.
Kısaca özetlersek, İsa’nın peygamberliği de içine alan Tanrı’nın Sözü, İncil’in de İsa’nın kendisi olduğunu söyleyebiliriz.
“Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla bir çok kez ve çeşitli yollardan atalarımıza seslenmiştir. Bu son çağda her şeyin mirasçısı olarak belirlediği ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğluyla bize seslendi. Oğul, Tanrı’nın yüceliğinin parıltısı ve O’nun varlığının öz görünümüdür. Kudretli sözüyle her şeyi devam ettirir. Günahlardan arınmayı sağladıktan sonra, göklerde yüce Olan’ın sağında oturdu” (İncil: İbraniler 1:1-3)
“Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O’nun yüceliğini, Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu olan biricik Oğul’un yüceliğini gördük” (İncil: Yuhanna 1:14)
Eski zamanlardaki peygamberlerin görevini Mesih’in görevi ile karşılaştırdığımızda şu noktaları görüyoruz:
1. Peygamber ancak Tanrı’nın isteğini açıklar. | İsa Mesih ise, Tanrı’nın özü ve kişiliğini açıkladı. |
2. Peygamber uzak bir Tanrı’yı gösterirler. | İsa Mesih ise, Tanrı’nın bize acıyıp, bizim seviyemize indiğini ispatladı. |
3. Peygamberler bize yaşama götüren yolu gösterirler. | İsa Mesih ise, yaşama götüren yolun kendisidir. |
4. Peygamberler bizim gibi zayıf insan olarak görev yaptılar. | İsa Mesih ise, Tanrı’nın Sözü, Ruhu ve Mesihi olarak dünyaya geldi. |
5. Peygamberler bize günahlarımızı gösterirler ama bizi bunlardan kurtarma gücünden yoksundurlar. | İsa Mesih ise, günahın çirkinliğini belirtti ve kendini kurban olarak sunmakla bizi günahtan kurtardı. |
Tanrı’nın Sözü’nü taşıyan İsa Mesih’in yaşamı gerçekten eşsizdir. Yüzde yüz insan olmasına karşın, daha önce peygamberler aracılığıyla bildirildiği gibi, Tanrı’nın doluluğunun tümü O’nda toplanmıştır. O’nun doğuşu, yaşayışı, ölümü, dirilişi göğe yükselişi ve tekrar gelişi, benzeri olmayan bir yaşam öyküsüdür. Zaten öyle olması da gerekiyor. Çünkü Tanrı’nın bizim için sunduğu tek mükemmel yaşam örneği budur.
Bir de İsa, kendisinden önce gelmiş Tanrısal elçilerin mesajından farklı bir mesaj, bir yenilik getirmedi ve bu mesajda bir nokta bile değiştirmedi. Tam tersine, 3000 yılın derinliğinden, çizgisi hiç kaybolmadan, bozulmadan süzülüp gelen Tanrısal mesajın gerçekleştiricisi, tamamlayıcısı olarak dünyaya geldi. Bu yüzden İncil’de O’na çoğu zaman “Mesih” ve “Kurtarıcı” denir. İsa, görevini şöyle açıkladı: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak, için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek” (İncil: Matta 5:17-18)
1. İsa’nın Doğuşu
Birçok kişi İsa Mesih’in kimliğine ilişkin az da olsa bir bilgiye sahiptir. En azından onun babasız olarak Meryem’den dünyaya geldiğini duymuşlardır. Adem’den bu yana, görülmemiş bir olaydır bu. Tanrı başlangıçta Adem’i ve onu tamamlamak üzere Havva’yı, mucizevi bir şekilde yarattı. Elbette bu bizim için inanılmaz akıl boyutlarımızı aşan bir olaydır. Ama Tanrımız için, yaratmaktan kolay bir şey olamaz. Adem’i yaratarak başlattığı insanlık tarihi, iki ayrı cinsiyete bağlı olarak devam edip giderken, ikinci mucizesini gerçekleştirdi: Kendi Sözü’nü, babasız olarak, bir kadından gelen bedene yerleştirdi. Böylece Eski Ahit’te (Tevrat) verdiği “Kadının soyundan gelenin Şeytan’ın başını ezeceği” sözünü yerine getirdi. Bu olay, başlangıçtan beri süregelen, halen de sürmekte olan Tanrısal Planın doğrultusunda, görkemli bir gösterge, bir kanıttır. Bu olayla birlikte, zaman, insanlık için adeta yeniden akıp gitmeye başladı. Bugün kullandığımız takvim, bu olayla belirlendi.
M.Ö. 700 yıllarında, Yeşaya Peygamber, “İmanuel” unvanına sahip bir kurtarıcının doğacağını bildirmişti. Bu isim bile, bu kurtarıcının niteliğini açıklamaktadır. Çünkü “İmanuel”, “Tanrı bizimledir” demektir. Tekrar İsa Mesih’in doğumuna dönelim. Bizi seven Tanrımızla aramızda, günah sorunundan kaynaklanan oldukça kalın bir duvar örülmüştü. Her durumda ve her zaman, bize yaklaşmada önceliği olan Tanrımız bu duvarı yılmak, kökünden söküp atmak amacıyla, gelip insanlarla kendisi konuşmak istedi ve bu bedeni sunarak kurtuluş önerdi. İşte o gün de, bugün de inanılması çok zor olan, Tanrı’nın işi ve büyük sırrı olarak, hayranlık içinde O’na tapınılmasını sağlayan bu olay, İsa’dan 700 yıl önce bile Yeşaya Peygamber’in kitabında verilen “Tanrı bizimledir” unvanıyla bildirilmiş bulunuyordu.
Cebrial de, tam 700 yıl sonra, Meryem’den bir oğul doğacağını şöyle bildirmiştir: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek ve En Yüce Olan’ın gücü, senin üstünde gölge salacak. Bunun için doğacak olana, Kutsal, Tanrı Oğul denecek.” Maddesel bir dünyada yaşadığımız için, bu sözler hemen “Haşa, Tanrı’ya ortak mı koşuluyor” ya da “Tanrı’ya küfür mü ediliyor” şeklinde yorumlanabilir. Ama şunu unutmamamız gerekir ki, Tanrı ruhtur. İsa Mesih’in de Tanrı’nın oğlu olması ruhsal bir sır ve gerçektir. O’nun Meryem’de oluşan bedeninde, Tanrı’nın Ruhu işliyordu. Varolan her şeyi yaratan Tanrı belirli bir amaç için yüceliğinden soyunarak insan biçimine bürünüp doğmak ve yaşamak isterse, kim buna “imkansız” diyebilir? Gerçekte, olayı ne kadar incelersek inceleyelim, Adem’in yaratılışında olduğu gibi, akıl gücümüz, İsa’nın sonsuz ve sınırsız kişiliğini de, onun dünyaya inişini de açıklamaya yetmez.
Bir yerde, İsa Mesih, insanlık için “İkinci Adem”dir. Yani ikinci bir insanlığın başlatıcısı ve ilk örneği, Kutsal Kitap’a göre dünyaya ölümü getiren bir kişiye karşılık, dünyadan ölümü kaldıran bir kişi. Ölüm, günahın ücreti olarak verilmişti. Yani ölümü getiren kişi günahkardı. Ölümü kaldıran ise, ancak günahsızlığı ile bu işin üstesinden gelebilirdi, geldi de. İsa Mesih, tam anlamıyla günahsız, tam anlamıyla kusursuz bir insandı. Gelmiş geçmiş peygamberlerin günahlarının bir zerresi dahi O’nda olsaydı, başkalarının günahlarını yüklenmesi düşünülmezdi bile. Hem İsa Mesih kendisi için değil, günahın etkisiyle köleleşmiş durumda olan bizler için kusursuz bir yaşam sürdürdü. Öyle ki, günahlarımızın bağışlanması için haklı ama kendisi için haksız olan ölümüyle Şeytan’ın gücünü yok etsin, dirilişiyle de yepyeni ve sonsuza değin yaşayacak bir ikinci insanlığın doğmasını sağlasın diye. Bu yüzden Yahya Peygamber İsa için şu ilginç deyimi kullandı: “İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu! “ (İncil: Yuhanna 1:29) İsa Tanrı’ya bir hayvan kurban etmedi. Buna gerek yoktu, çünkü İsa kendisi Tanrı’nın insan için sunduğu kurbandı. İsa’nın tam Yahudilerin Kurban Bayramı gününde ölmesi hiç de bir rastlantı değildir. İsa, kurban Bayramı’nın bin yılı aşkın zamandan beri simgelediğini, Tanrı tarafından kendisi için seçilmiş ve hazırlanmış o günde gerçekleştirdi. O, Tanrı’nın sonsuz merhamet ve sevgisini şaşırtıcı bir şekilde, hayranlık içinde O’na tapınmamızı sağlayacak bir şekilde sundu. Orada kolları tam açılmış vaziyette bütün dünyayı kendisine inanmaya davet ediyordu. İsa, başkalarına öğrettiği gibi yaşadı ve o anda aynı şekilde ölüyordu: “Hiç kimsede, insanın, dostluğu uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” (İncil: Yuhanna 15:13)
Böylece bir olay insan aklıyla “adaletsizlik”, hatta “Utanç verici” ve “ Saçma” olarak değerlendirilebilir. Ama 3000 yılın derinliğinden, çizgisini hiç kaybetmeden süzülüp gelen, Tanrı’nın Kutsal Kitabına göre, bir “Şeref”, her şeyden önce de “Merhamet”tir.
Tanrımız bize bizden daha yakındır. İsa Mesih’in varlığıyla düşünebileceğimizden de yakına, çok daha yakına yaklaştı. Kendi ve İsa Mesih’le gelen kurtuluşumuzu açıkladı.
İşte bu nedenle İsa’nın doğuşu, her insan için iyi haber, “Müjde”dir.
2. İsa’nın Çarmıhtaki Ölümü
İsa, yeryüzündeki yaşamı boyunca, kendinden önceki peygamberlerin çok üstünde, insanlık için çok şaşırtıcı mucizeler gerçekleştirdi. Onun bulunduğu yerde, bir söz ile cüzamlılar iyileşiyor, körler görüyor, yürümeyenler yürüyor, azgın fırtınalar diniyor, ölüler diriliyordu. Ya bütün bunların ötesinde, ölümü ile gerçekleştirdiği …
İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ilgili yanlış anlatımlar varsa da, çarmıhta ölenin o olduğu, orada bulunan Meryem ve en sevdiği öğrencisi Yuhanna başta olmak üzere birçok şahit tarafından kesin olarak kanıtlanmıştır. Peki Tanrı bu kadar çok sevdiği Mesih’in, bu denli ıstırap çekmesine ve o dönemin en aşağılayıcı ölüm biçimiyle öldürülmesine neden izin verdi? Evet, asırlar boyunca sorulmuş bir soru bu. Mesela, İsa’nın doğuşundan çok daha önce Yeşaya Peygamber “Günahlarımızdan ötürü o yaralandı, fesatlarımızdan ötürü o zedelendi, selametiniz için olan ceza onun üzerine indi ve onun bereleriyle biz şifa bulduk” diyerek, suçsuz yere elem çekecek bir kurtarıcının geleceğinden bahsetmişti. Ama kuşkusuz, böyle bir sözü anlamakta Yeşaya’nın zamanındaki insanlar da, İsa’nın zamanındakiler de, bizim kadar zorluk çekmişlerdir. Çünkü gerçekten ilk işittiğimizde hemen “A evet, gayet tabii” diyeceğimiz bir olay değildir.
Sanırız bu konuda, bizlere hüküm vermek yerine Tanrı’nın Sözüne kulak vermek düşer.
“Tanrı Mesih’in kanına olan imanla günahların bağışlanması için kurban olarak sundu ve böylece adaletini gösterdi” (Romalılar 3:25)
“Tanrı, bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor, biz daha günahkârken Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:8)
Bu ayetlerin ışığında, çarmıhta bizleri Kendi Sözü’nün ölümü pahasına seven Tanrı’yı görüyoruz: Bizi çok ama çok seven, hatalarımızın, günahlarımızın çokluğunu bilen ama aynı zamanda günaha taviz vermeyecek kadar da adil olan Tanrı. Bu iki özelliğin, yani Sevgisi ile Adaletinin birbirine karışmayan uyumunu, İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümünde görüyoruz. Günahın ücreti ölümse, ölümün bir kefareti olmalıdır ki, kurtulabilirsin.
İnsan olduğumuz ve ancak belli boyutlarda düşünebildiğimiz için hemen aklımıza başka sorular geliyor. “Tanrı bizi, bir kurban olmadan affedemez mi?” Şüphesiz bu sorular, insan olarak, Tanrı katındaki durumumuzu kavrayamamaktan ve Tanrı’nın kişiliğini tanıyamamaktan kaynaklanıyor. Ayrıca, günahın ve günah sorununun ciddiyetini de anlayamamaktan tabii. Yukarıda da değindiğimiz gibi, günahın sonucu, ruhumuzun ölümüdür. En ufak bir lekemiz dahi, O’nun huzuruna girmemize engel olur. Tanrı’nın kutsallığı bu kadar ciddidir ve günah kesinlikle ödenmesi gerekli bir ölüm borcudur.
Bizi, Mesih’i ölüme mahkum edecek kadar seven Tanrımız, üzerimizdeki ölüm cezasını İsa’nın çarmıhında ödedi. Böylesine büyük ve ilahi sevgiye kim teslim olmaz? Böyle sevginin karşısında kim sahip olduğu her şeyi feda etmez? Aslında bu kurtuluş planı ezelden beri hazırdı. Tanrı’nın beklemediği, bir günah ve ölüm sorunun üzüntü verici ama mecburi bir çözümü olarak ortaya çıkmadı. Tanrı’nın sevgisi, merhameti, yüceliği ve kişiliği, İsa Mesih’in yaşamı,ölümü ve dirilişiyle açığa vurulsun diye dünya ve insanlık yaratılmıştı. Biz O’nun harika planın bir parçasıyız ve Tanrı’nın bu planda bizden istediği de açıkça görülüyor:
Gönderdiği Oğlu İsa’ya iman ve sevgiyle bağlanarak O’nunla birlikte Tanrı’nın kurtuluşa çağrılmışları arasında bulunalım.
3. İsa’nın Ölümden Dirilişi
İsa Mesih, çarmıhta 6 saat eziyet çektikten sonra, Davut’un 22. Mezmur’undaki “Allahım, Allahım, beni niçin bıraktın?” sözlerini söyleyerek öldü. Mumya bezlerine sarılarak, taşın içine oyulmuş yeni bir mezara kondu. Öğrencileri din önderlerinin saldırılarından korktukları için saklandılar. Yaşamlarının üç yılını adadıkları, halkın kurtarıcısı sandıkları İsa, halk önderlerinin korkunç saldırılarına uğrayarak, Romalıların en aşağılayıcı ölüm şekli olan çarmıhta ölüme mahkum edilmişti. Büyük bir hayal kırıklığı içindeydiler. Sonsuz bir umutla başladıkları “ilahi görev”leri, akıl almayacak kadar acı ve utanç verici biçimde sona ermişti. Artık İsa, idam edilmiş bir isyancı olarak hatırlanacaktı. Yahudiler ise, çarmıhta ölerek, lanete uğrayan birisini reddetmekte, kendilerini haklı sayacaklardı. Suçsuz ve kutsal bir kişinin fidye olarak ölmesi gerektiğini, neden İbrahim, Musa, Davut, Yeşaya ve birçok peygamberler tarafından önceden bildirildiğini düşünmediler.
Ama Tanrı’nın planı hiç şaşmaksızın, tıpkı bir saat gibi işliyordu. Tabii ki, kurtarıcı görevini tamamlamamıştı. Görevinin en önemli bölümü şimdi, ölümden dirilerek başlayacaktı. İsa mezarda kalmış olsaydı, bir tek kişi bile onun kurtarıcı olduğuna inanmayacaktır. Onu Kurtarıcı değil de, ancak peygamber olarak kabul etmek isteyenler ise, olayı çarmıhtan önce noktalayarak, İsa Mesih’in ölümünü kaydeden tüm bu belgeleri uydurma olarak göstereceklerdi.
“Mesih dirilmemişse, imanımız boştur, siz hâlâ günahlarınızın içindesiniz. Buna göre Mesih’e ait olarak ölmüş olanlar da mahvolmuşlardı. Eğer yalnız bu yaşam için Mesih’e ümit bağlamışsak, herkesten çok acınacak kişileriz. Oysa ki, Mesih ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir” (İncil: 1 Korintliler 15:17-20)
Tanrı ile olan ilişkimizin sarsılmaz noktası olan İsa’nın ve ona duyduğumuz güvenin doğruluğunu, peygamberlerin sözlerinden çok, yaşanan bir olay kanıtlıyor. Tanrı da imanımızın kör olmasını değil, bilinçle denenmiş olmasını ister. Bunun örneğini veren de yine kendisidir: Mesih, dirildikten sonra öğrencilerinin yanına ulaştığında, hâlâ olayın şokunu yaşayan, inanmakta güçlük çeken öğrencilerine, özellikle Tomas’a şöyle der: “Ellerime ve ayaklarıma bakın, işte benim. Bana dokunun da görün. Bir hayalette et ve kemik olmaz, ama görüyorsunuz bende var!” Sonra da çivi delikleri taşıyan ellerini ve ayaklarını gösterdi, önlerinde yemek yedi.
Bu olay, biz kuşkucu insanlığı, din kalıbının çok üzerindeki Tanrısal planı, tarihsel gerçeklerin ışığında araştırmaya çağırır gibidir. Şüphesiz yalnız araştırmaya değil, imanlı bir karara varmaya da. Şimdi son kuşkularımıza da silmek üzere, tanıkların belirttikleri noktaları tekrar gözden geçirelim:
1. Yahudi din bilginleri, İsa’nın dirilişi konusunda önceden konuştuğunu biliyorlardı. Bu nedenle, öğrencilerinin gelip, cesedini mezardan gizlice çalarak halka “Ölümden dirildi” diye numara yapmalarını önlemek için, mezar, Romalı vali tarafından koruma altına alındı.
– Mezarın girişine yaklaşık tek bir insan tarafından kaldırılamayacak kadar ağır bir taş kondu.
– Taşın üzerinde bir Roma mühürü vardı
– Ayrıca mezarın başında bir takım Romalı asker nöbet bekliyordu.
2. İsa’nın gömülmesinden iki gün sonra, geleneksel tören yağı getiren kadınlar, bütün koruma önlemlerine rağmen mezarın açılmış olduğunu görerek hayretler içinde kaldılar. Askerler korkudan dağılmışlardı ve mezar boştu.
3. Daha da ilginci, sargı bezleri mumya kalıbı içinde olduğu gibi duruyordu.
4. Bu olaylar yetmiyormuş gibi, İsa, ne yapacaklarını dahi bilemeyen havarilerine göründü.
5. İsa’nın daha önce korkaklığa kapılan öğrencilerin birdenbire cesur oldular. Daha önce bir hizmetçi kızdan korkup İsa’yı inkar etmiş olan Petrus, bundan 50 gün sonra, lanetlenmiş ve çarmıha gerilmiş İsa’yı Rab ve Kurtarıcı olarak, büyük kalabalıklar ve Yahudi din önderleri önünde tanıtıyordu. Korkak Petrus’u ve diğer öğrencileri aniden değiştiren etken neydi?
İsa Mesih’in dirilişi konusunu incelerken, olayın gerçekliği konusundaki kuşkularını çeşitli sorularla dile getiren Tomas gibi, olayı kendi gözleri ile görmedikçe kolay kolay inanmayacak kişilerin varlığını da göz önünde bulundurarak, bu soruların bir kısmına açıklık getirelim.
1. İsa’nın ölmeden, baygın durumdayken mezara konmuş olabileceği söyleniyor, hatta iddia ediliyor.
Peki böyle bir durumda, Romalı askerleri oradan kaçıran ve iki tonluk taşı kaldıran kimdi? Elleri ayakları çivilenmiş olarak 6 saat çarmıhta kalmış bir kişinin onu normal bir peygamber olarak kabul etsek bile bunu kendi kendine başarmış olabileceğini hangi mantıkla kabul edebiliriz?
2. Belki de öğrencilerin gördüğü İsa değil, acılarından ötürü gördüklerini sandıkları bir hayaldi (?).
Yine tarihi verilerin ışığında sorularımızı yineleyeceğiz: O halde taşı kime kaldırdı? Mezar nasıl boş kaldı? Boş mezar olayı neden yalanla örtüldü?
3. Ya öğrenciler cesedi çalıp, İsa’nın dirildiğini ilan ettilerse?
Lanetlenmiş biri hakkında yalancı tanıklık yaparak neden öldürülmeyi bile göze alsınlar? Ayrıca, O’nu sonradan gören 500’e yakın kişinin tanıklığı, onca peygamberlik sözünü, yalan yanlış alınmış bile olsa da, bir büyük dinde O’nun diri olduğunu, kıyametin gelmesi için O’nu tam tanıyan veya tanımayan insanlığın O’nu beklediğini unutabilir miyiz?
Bu olay, Tanrı’nın üstün bir insana lütfettiği bir mucize değil, İsa Mesih’in kendi gücünün dahilinde gerçekleşen bir olgudur. “Canımı vermeye de, tekrar geri almaya da yetkim var” diyen İsa, kendi dirilişinde insanlığın dirilişini somut örneğini taşır. İsa Mesih’in dirilişi, bizim de dirileceğimizin güvencesidir. Bedenlerimizin bir gün yeniden canlanacağı gerçeği, ahiret olgusunu da doğrular. Mesih’te olanlar için, artık ölümün hakimiyeti de, ölüm korkusu da yoktur. İsa’nın dirilişi, Tanrı’nın bize verdiği haberin en önemli parçasıdır.
4. İsa’nın Göğe Yükselmesi
Ölümden dirilişi ile, İsa’nın yeryüzündeki görevi sona ermiş oldu. Gökten inmiş olan Mesih, yüceliğini bırakarak bir hizmetçi seviyesine inen kral, artık sonsuzluk sarayına, kendi göksel ülkesine geri dönecekti. Bu dönüşün öğrencilerin yanında olması onu Rab olarak tanıttı. Aramızdayken dünyasal silahlara hiç başvurmayan, Şeytan’ı yenmek ve insanları bu zaferiyle Tanrı ile barıştırmak için kendi canını ve kanını ruhsal silah olarak kullanan, insanlara sevgi, iman, umut, doğruluk ve özveriyi öğreten bu kral, şimdi büyük bir görkemle, Rab olarak geldiği yere dönüyordu.
“Tanrı O’nu pek çok yükseltti ve O’na her adın üstünde olan adını bağışladı, öyle ki, herkes, İsa Mesih Rab’dir diye açıkça söylesin” (İncil: Filipililer 2:9-10)
“Göklerde Yüce Olan’ın sağında oturan bir başkâhinimiz var, O’nun aracılığıyla Tanrı’ya yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter, çünkü onlara aracılık yapmak için hep yaşamaktır” (İncil: İbraniler 8:1 ve 7:25)
“Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. Ama gidersem O’nun size gönderirim” (İncil: Yuhanna 16:7)
İsa Mesih göğe gittiğine göre, biz yeryüzünde yalnız ve yardımsız mı kaldık? Kesinlikle hayır. Aksine, yalnız ve yardımsızken, gelip gitmesi ile O’nunla sonsuza kadar sürüp gidecek olan bir ilişkiye girdik. Tanrı ile barışma olanağı bulduğumuz gibi, günah işlemeden önce Adem’in o güzel bahçede Tanrı ile kurduğu diyalogun bizim aramızda yeniden başlaması şansına sahip olduk. Vaat ettiği gibi gidişin hemen ardından, Tanrı’nın üçüncü özelliği olan ve O’nun yeniden gelişine kadar sürekli çalışacak Kutsal Ruh’unu bize gönderdi. Kim gerçekten İsa Mesih’i kurtarıcısı ve Rabbi olarak bilir, günahlarından tövbe ederse, Ruh onda işlemeye hazırdır. Kendimizi, içimize aldığımız Kutsal Ruh’a teslim ettikçe, her türlü günah, bencillik, yalnızlık, anlamsızlık ve amaçsızlıktan kurtuluruz. Yalnız Kutsal Ruh’la beraber yaşadıkça anlaşılmaz gibi gelen her şey anlam kazanır. O bize Tanrı’nın Sözü olan İsa’yı tanıtır, dünyaya ise, günah ve doğruluk konusundaki suçluluğunu gösterir. İşte bu ilişkinin önemini hesaba katmayan her kişi, inancı ya da felsefesi ne olursa olsun, en sonunda hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Günümüzde bir çağdaşlık modası sürüp gidiyor. Ama bu modanın temelini incelediğimizde, karşımıza çıkacak olan tek bir temel taşı vardır: Bu da taşın, gerçek sözcük anlamı gibi, insanları taşlaştıran Materyalizmdir.
Bu felsefenin ardı sıra gidenler, adeta bu putun esiri olmuşlardır. Tanrı kelamında belirtildiği gibi, insanın aynı anda iki krala birden hizmet etmesi olanaksızdır. Yani hem Tanrı’ya hem de maddeye (madde olan şeylerin değer ölçüsü olan paraya). Bu nedenle, değer ölçülerinin maddeye göre belirlendiği bir dünyada yaşayan çağdaş insana, Ruhsal bir dünyayı kabul etmek aptallık gibi gelmektedir. Oysa kutsal Ruh’un bize verebileceği yaşama gücü somut ve sonsuzdur. İsa, “Bir kimse susamışsa bana gelsin içsin, bana iman edenin içinde diri su ırmakları akacaktır” der.
Bu ancak İsa’nın yükselişi ile gerçekleşebilirdi ve gerçekleşti. İşte bizim için her zaman iyi haber olan budur.
5. İsa’nın İkinci Gelişi
İsa Mesih’in sonsuz Rabliği ve Krallığı artık tartışmasız olarak kesinleşmiştir. Şu anda diri olan Rabbimiz, tek diri olandır. Bu dünyanın hakimini yenerek kendi krallığını kurmuştur. O’na imanla bağlanan insanların yürekleri ile krallığını büyütmektedir ve dünyanın sonuna karar verecek olan yine O’dur. İsa’nın Krallığı dışındakiler, henüz İsa’nın gerçek kişiliğini ve sevgisini keşfedemeyenlerdir. Ama dünyanın sonunun geldiği gün, İsa’nın görkemli gelişinde, gerçek bütün açıklığı ile ortaya çıkacak, İsa Mesih’in kimliğini anlamamış olanlar gerçeği kendi gözleri ile görerek anlayacaklardır.
“İkinci kez günah yüklenmek için değil, kendisini bekleyenleri kurtarmak için kendilerine görünecektir” (İncil: İbraniler 9:28)
“İşte bulutlarla geliyor. Her göz O’nu görecek. O’nun bedenini deşmiş olanlar bile. O’nun için dövünecek yeryüzünün tüm halkları. Evet, böyle olacak, amin” (İncil: Esinleme 1:7)
Onun bu görkemli kurtarışını şimdiden görüp, kendilerini O’na vermiş olanlar için, O’nun geliş günü, yaşamlarının doruk noktası, umutlarının tam anlamıyla tatmin olduğu an olacaktır. O’nu kabul etmemiş olanlar içinse, ellerindeki fırsatı değerlendiremediklerini fark ettikleri acı bir an olacaktır. Seçme şansımız kaybolmadan şimdiden yani daha dünyada yaşarken, olayı muhakeme etme fırsatını bize verdiği için Rabbimize, hamdetmeliyiz de. Daha soluk alıp vermemiz noktalanmadan, İsa’nın kurbanını kabul eder, bize sunulan bu büyük armağanı değerlendirir, Tanrı’nın sesine kulak verirsek, beraat etmiş ve daha dünyadayken bunun sevinici ile gönenmiş oluruz. Ama eğer tamamen kendi irademizle bize sunulan ve varlığımızı çok yakından ilgilendiren bu armağanı, kurtuluş kurbanını kabul etmiyorsak, o zaman kendi cezamızı yine kendi irademizle vermiş oluruz. Bu nedenle, Tanrı bize fırsatı satın alın, diye sesleniyor. (İncil: Efesliler 5:16). Zaten İncil müjdesi de merhamet ve sonsuz yaşamın İsa Mesih’in varlığında Tanrı’dan armağan olarak her insana sunulmasından başka bir şey değildir. Diğer bolümler gibi bu bölüm, İsa’nın ikinci gelişi de iyi haberdir.
Evet Sayın okurumuz, kısaca anlatmaya çalıştığımız İsa Mesih’in yaşamı, sizin için de iyi haber demektir. Evinize her gün aldığınız gazetenin üzerindeki tarih bile, O’nun kişiliğinin, dünyaya geliş amacının her şeyden farklı, çok çok farklı olduğunu anlatmaya yeter de artar bile. Ama ne yazık ki, bir takım dinsel ve politik kaygılardan kaynaklanan parazit sesler, bu müjdenin üzerine haçlı zihniyet, misyonerlik, propaganda, milliyetimize vatanımıza saldır gibi damgalar vurmakta, insanın kurtuluşunu engelleyerek Şeytan’ın egemenliğine hizmet etmektedirler. Oysa, dünyada onlarca, yüzlerce doğru yoktur. Doğru çok olmaz. O ancak bir tanedir ve değeri herkesin onu kolayca keşfedememesinden kaynaklanır. O zaman, kişi bilmediğinin düşmanıdır ilkesinden hareket edip, kendimizi dünyevi bütün fikirlerden arındırarak Tanrı’nın müjdesine kulak verelim.
Tanrı’nın bize İsa Mesih’te sunmuş olduğu yeni, yepyeni bir ilişki şekli vardır: Bir baba ile evladının ilişkisi gibi yakın, o denli sıcak, o denli ciddi ve kan bağı gibi kopmaz bir ilişki. İsa Mesih’i kabul ettiğimiz anda bu ilişki başlar ve sonsuz yaşamda tamamlanır. Bencilliğimize köle olan bizler, İsa’ya inanıp, güvendiğimizde, Tanrı’nın “evlatları” durumuna gelerek, azat edilme, kurtulma fırsatına, hem de hiç karşılıksız olarak kavuşuruz. Elbette Tanrı bedensel olarak çocuk edinmemiştir. Edinmez de. İncil’de geçen Tanrı’nın Oğlu ve Tanrı’nın çocukları terimleri, kesinlikle bedensel bir ilişkiyi ifade etmez. Ama bizler bile konumuzun komşumuzun çocuklarına yakınlığımızı belirtmek için “Hey evladım, yavrum” diye sesleniriz. Bizi bizden iyi tanıyan Rabbimizin bize ruhsal oğulluk hakkı vermesinden doğal ne olabilir? Belki de Tanrımızın bizi bu kadar sevebileceğine inanamıyoruz. İncil şöyle der: “Çünkü sizi tekrar korkuya götürecek kölelik ruhunu almadınız, oğulluk ruhunu aldınız. Bu ruhla (Tanrı’ya) “baba” diye sesleniriz” (İncil: Romalılar 8:15). Size İsa Mesih’te kucağını açan Tanrı, O’nda yeni bir ruh ve anlayışla kendine “baba” diye seslenmenizi arzuluyor.
Değerli okuyucularımız,
Nerede olurlarsa olsunlar, dersdeki yazılara ilişkin düşünce ve sorularını bildirmekten ve bizimle derteleşmekten çekinmesinler. Değerli arkadaşımız, Rabbin bize verdiği güç ve anlayış çerçevesinde sizinle severek yazışmaya ve dertleşmeye hazır olduğumuzu bilmenizi istiyoruz. Ayrıca, cezaevinde olanlarınıza, cezaevi idaresinin izin verdiği ölçüde ruhsal konularla ilgili kitap ve kaset sağlayabiliriz. Ancak şunu açıklayalım ki, resmi dairelerde hiçbir yetkimiz yoktur. Türkdanış gibi kuruluşların yerini de alamıyoruz. Bu hususta anlayış göstereceğinizi umut eder, mektuplarınızı ve doldurduğunuz ders cevap kaydınızı bekleriz.